Sen Sen Degilsin; Sen Aslında Annensin

Sen sen degilsin sen aslında annensin

Hepimizin hayatnda bir dönüm noktası vardır; bu bazen bir insan, bazen kötü bir olay bazen de duyduğumuz bir cümle, bir film yada okuduğumuz bir kitap olabilir.
Bizde bu yazıyı okuyan birçok insanın hatta hemen hemen herkesin hayatında bir dönüm noktası olmasına niyet ediyoruz. Farkındalık kazandırmasını umarak aynı zamanda bu yazının sonunda içinizde ( zihninizde ) açıga çıkaramadığınız birtakım bastırılmış duygularınızında serbest kaldığının farkına varacaksınız.
Yapılan araştırmalar sonucu bir çocuğun dünyasında annenin ve anne-baba ilişkisinin en büyük etken olduğu ortaya çıkmıştır.
Her birimizin hayatında yaşadığı duygusal, psikolojik, fiziksel sorunlar ve hastalıklar var. Bütün bunların temeli anne-baba ilişkisi ile atılıyor. Anne karnına düştüğümüz anda başlıyor hikaye.
Anneden alınamayan eksik kalmış duygular içsel tahribata yol açar. Hamileliğinde stres yaşamış üzülmüş kaygılanmış bir anne çocuğunun duygusal yapısının temelini atıyor. Annenin iyi yada kötü yaşadığı bütün duygu çocuğuna geçiyor. Çocuk anne karnında iken fiziksel olarak beslenirken hormonlar sayesinde annenin hissettiklerinden ve yaşadıklarından da etkilenir. Bütün bu duygu durumları çocuğun DNA ‘sına yerleşir. Çocuğa gecen hem annenin kendi hissettikleridir hem de dünyaya geldikten sonra çocuğuna hissettirdikleridir. Çocuk anne ile aynı duyguyu yasar.
Çocuk dünyaya geldikten sonrada 0-6 yas döneminde annenin çocuğuna karsı duygusal, fiziksel yaklaşımları ve davranışları doğrultusunda kişiliğimiz hayata bakış açımız karakterimiz şekilleniyor. Her anne aslında iyi niyetlidir. Çocuğunu yetiştirirken kendi yetiştiriliş tarzı, zihnine yüklenmiş öğretiler ve bulunduğu toplumun kültürü doğrultusunda davranışlarda bulunur. Bu dönemde aslında doğru bildiği birçok yanlışlar vardır.
Anne çocuğa zihnindeki yerleşmiş öğretileri ve kendindeki tüm yanlış davranış kalıplarını işleyip onun bu öğretiler doğrultusunda yaşamına devam etmesine öncülük eder. Anne bunu aslında bilinçsiz bir şekilde yapar. Çünkü kendisi de annesinden böyle öğrenmiş ve kendince bunlar doğru bildikleridir.
Hiç bir şeyden memnun olmayan, her şeyden şikayet eden, çevresi ile ilişkilerinde sürekli kavga halinde bir çocuk düşünün. Sosyal yasamda da bu tarz davranışlar sergileyen bir çok insan vardır. Bu insanlar bedenleri büyümüş birer çocuktur. Çok konuşup her şeyden şikayet eden, ilişkilerini yüksek sesle kavga tonunda sürdüren, sürekli savunma ihtiyacı içinde olan suçlayıcı yapıda kişileri de
2
incelemek gerekir.
Bunun yanında “adaletsiz” çevre koşullarını öne sürerek sürekli haksızlığa uğramaktan bahseden bireylerde aynı davranış temellidir. Bu kişiler analiz edildiğinde davranışlarının, içindeki küçük çocukla ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır. Mutlaka o çocuğun aşağılandığını, bu yüzden kalbinin kırıldığını, küstürüldüğünü, ötelendiğini, bu şekilde kendini değersiz hissettiği sonucuna varılmıştır. Bu ise mikro alemde çocuğa makro alemde ise fıtrata yapılan haksızlıktır. Bilinçaltına itilen haksızlık imajı bilinç üstüne adaletin en katı en müsamahasız ve en yargılayıcı olan hastalıklı yönünü ortaya çıkararak tüm sosyal ilişkileri alabora eder. Hayatı bu davranışları sergileyerek devam ettiren insanların içindeki o yaralanmış küçük çocuğun hala iyileşmediğini görmekteyiz. Buda kişinin hem kendine hem çevresine zarar verir.
Daha fazla örneklendirerek açıklamaya çalışalım :
Örnek 1
Anne evin içinde kocasından yada kayınvalidesinden sürekli içsel olarak birşeyler talep ediyor. Susarak sessizce içine talep ederken dışına susuyor. Arkasındanda dile getirmeme ne gerek var görmüyorlarmı düşünemiyorlarmı herşeyi ben mi söyleyeceğim gibi sözler sarfediyor. Çocuk bunları dinleyerek büyüyor. Yetişkin olduğunda ise bencil, uzlaşmak istemeyen, talebkar bir eş seçiyor. Esine taleplerini söylemek yerine içine konuşurken dışına sessiz kaliyor. Eşinin bencilliğinden şikayet ederken kendini değersiz hissettirecek insanları hayatına çekmeye ve fedakarlık yapmaya devam ediyor.
Örnek 2
Çocuk köyde büyük bir ailede büyüyor. Kurulan büyük sofrada karnını doyuramazsa aç kalıyor. Ona özel bir ilgi gösteren pohpohlayan kimse yok. Ailede kararlar alınırken onun fikri alınmıyor. Fikrini söylerse alay konusu bile olabiliyor. Sana mı soracaktık diyerek. Çocuğu aslında kimse görmüyor. Burada kötü bir niyet yok. Annenin zamanıda yok bitmeyen isler yüzünden. Oda zaten öyle görmüş öyle büyümüş. Çok ileri giderse babadan dayakta yiyor. Çocuk yetişkin olduğunda bir taraften içindeki mücadele ruhu gelişirken sürekli kendini göstermek istiyor. Eşi ile olan ilişkisinde kendi istek ve ihtiyaçlarını önceleyen eşinin ve çocuğunun fikirlerine saygı göstermeyen kaba bir erkek oluyor. Eşi lahmacun canı çektiğinde balık yemeyi teklif ediyor. Eşi yürüyüş yapmak istediğinde arkadaşlari ile buluşmayı önceliyor. Eşinin fikirlerine saygı göstermiyor. Onu anlamak yerine var gücüyle kendi fikrini kabul ettirmeye ve genelde son sözü söylemeye çalışıyor. Eşine kendini özel hissettirmeyi bilmiyor daha doğrusu böyle bir ihtiyacın farkında bile değil.
3
Örnek 3
Anne hep hasta hep yorgun. Ancak eve misafir geldiğinde yada eşi için ayağa kalkıyor. Hatta çocuğun ihtiyaçlarınıda öteliyor uğraşamam simdi seninle diyerek. Misafir geliyor. Anne kızından yardım istiyor yumuşak, sevgi dolu bir ses tonuyla şunu getir bunu götür diyerek. O an seviyor annesini mutlu oluyor çocuklarının içinde kendisini seçtiğini düsünerek ve kendini değerli hissediyor çocuk. Sonrasında o çocuk yetişkin olduğunda kendini değerli hissetmek için sürekli düşkün zor durumda insanlara ihtiyacı olacak. Yorulacak sürekli kendini erteleyecek ama bir taraftanda hoşuna gidecek fedakarlik yapmak çünkü kendini öyle değerli hissedecek.
Sen kendini o gün değerli hissettin ama bu artık senin engelin.
Unutmayalım ki onlardan öğrendiğimiz dille kendimiz ile konuşuyoruz. Annemizin bize davrandığı gibi bizde kendimize davranıyoruz.
Insanın kendisine şu soruyu sorması gerekmezmi ?
Kendimi nasıl gerçekleştirebilirim ?
Benim gerçegim ne ?
Bu soruyu sorduğumuzda genelde ya bir kriz yaşıyoruzdur yada bir hastalıkla boğuşuyoruzdur. Burada çözüm odaklı düşünmek lazım. Hiçbir insan kendi olmadan mutlu olamaz. Işte tamda bu noktada aile bağlarımızı incelememiz gerekir.
Anne-Cocuk ilişkisi
Anne-Baba ilişkisi
Anne-Annanne ilişkisi
Annemizin kadın özellikleri nelerdi:
Sevecen, positiv, olumsuz, girisken, bakımlı, komplexli, neşeli
Annemizin anne özellikleri nelerdi :
Otoriter anne, korkutan anne, bağimli anne, fedakar anne, kıyaslayan anne, çocuğun başarısını sürekli kendine maleden anne, çocuğa kendini suçlu hissettiren anne, narsist anne, kontrolcü anne, kaygılı anne, cesaretlendiren anne, şefkatli anne, sevgi dolu anne, güçlü anne
Annen gibi mi iletişim kuruyorsun ?
4
Bedenine onun gibi mi yaklaşıyorsun ?
Hayatın içinde kimi mutlu etmek için çabalıyorsun, kendini mecbur hissediyorsun ?
Sevmediğimiz bir yemeği o kırılmasın diye yemeyi bırakmamız gerekiyor zamanı geldiğinde, tıpkı karşı taraf mutlu olsun diye yaptıklarımızı bırakmamız gerektiği gibi.
Bunları toplamaya basladığınızda iyileşmeye basladığınızı göreceksiniz.
Kendi bakış açını geliştirmek için önce annenden edindiğin bakış açını görmelisin. Bu yola giren insan aslinda kendi ile buluşmaya niyet etmiştir. Şunu unutmamalıyız ki o küçük çocuğun zamanında verdiği kararlar bugünkü beni yönetiyor.
Bugünkü soruna bakarak icimizdeki küçük öteledigimiz susturmaya calistigımız o çocuğa soracağız. Ona kulak vereceğiz ve bu sorunun izini süreceğiz. O küçük çocuk herseyi bize anlatacak.
Örneğin bütün ailenin yükünü taşımak mı istiyorsun. Kendini ertelediğinin ne kadar farkındasın. Orda sana kendini değerli hissettiren birşey var ama bu aynı zamanda senin engelin olabilirmi ?
Annemizle olan ilişkimizi tamamlamadan kendimiz olamıyoruz, ilişkilerimizi iyileştiremiyoruz.
Annen elinden geleni yaptı. Üzerine koyacaklarınla sen daha iyisini yapabilirsin. Anneni yeterli yada yetersiz görmeyi bırak kendin ol ve yoluna devam et. Bu en basta kendimize karşı büyük bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu yerine getirmek yetişkinliğin göstergesidir. Yetişkinlik demek hayatımızdaki olaylara kişilere ve içinde bulunduğumuz durumlara fıtratımız gereği olan ahlak, vicdan, hoşgörü davranışları ile yaklaşmaktır.
Davranış temelimizi anne ile olan ilişkimiz başlatmış olmasına rağmen bunu verildiği şekliyle devam ettirmek yada iyi bir analiz yapıp fıtrata uygun hale dönüştürmek yani annemizle olan ilişkimizi tamamlayıp yetişkin olmayı tercih etmek her zaman bizim elimizdedir.
Kendi olamayan hiç bir insan bir başkasıyla sağlıklı bir ilişki kuramaz. İçindeki küçük çocuğa kulak verebilmesi için kişi önce kendini sevmelidir. Çünkü insanın kendi içindeki yaşadığı bu çatışmadan çıkabilmesi için en çok öz sevgiye ihtiyaç duyar. Bu zorlu, bir o kadar da kıymetli bir süreçtir. Yeniden bir var oluş hikayesi ile karsı karsıya kalırız. İhtiyaç duyduğu bu sevgiyi ise alabileceği tek kaynak özünde sevgi ve iyilik olan yaratıcımızdır. O bizi sevmiş yaratmaya layık görmüştür. O halde bizde kendimizi sevmeye ve sevilmeye layık görmeliyiz.
Annen elinden geleni yaptı. Üzerine koyacaklarınla sen daha iyisini yapabilirsin. Geçmisi olduğu gibi kabul ettigimizde yargılamadan sorunun izini sürüp aile bağlarını analiz ederek kendimiz icin yeni bir gelecek inşaa edebiliriz.
Hatice Kaya / Yıldız Ünal / Dilek Gülcığ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir