MESCİD

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!
 
 
 
Mescit: Bir dinin bir misyonun ve bir yaşam biçiminin adıdır. İlk Bakışta böyle bir tanım insanları şaşırtabilir. Kuran okuyanlar bununla ilgili ayetleri kuran’dan aktardığım zaman hak vereceklerdir.
 
Diğer kuran ile ilgili yazılarımda da belirttiğim gibi Kuran’daki bir ayetin, anlatmak istediği manayı, yakalayabilmek için kuran’da onunla ilgili ayetleri bir araya getirip beraber düşünmek lâzımdır. Doğru bir anlayış ancak Kuran’da geçen hiç bir ayetin hiçbir ayetle çelişmemesi, akla ilme ters düşmeden pratik hayatla da bütünleştiği zaman yakalanabilir.
 
Mescit kelimesini, Bir dinin bir misyonun bir hayat tarzının ve yaşam biçiminin adı olarak tanımlarken, Kuran’da, aynı zamanda dört duvar arasındaki Aynı dine aynı yaşam biçimlerine sahip olan insanların yöneliş biçimleri olarak da tanımlanmıştır. Bu Anlamda iman eden ve Salih amel işleyenlerin kendilerine göre bir mescidi bir dini varsa iman etmeyenlerin de kendilerine göre bir mescidi ve yaşam biçimleri vardır. 
 
Burada önemli olan hangi mescit Allah’ın Hangi, mescit iman etmeyenlerin net ve belirgin bir şekilde ayırt edilip kimin nerede nasıl durması gerektiğini yakalamak gerekmektedir. Bu Kısa açıklamalardan sonra, Kuran’da geçen ayetleri tek tek inceleyerek söylediklerimizi ispat etmeye çalışalım.
 
2/105- Kitap Ehlinden olan kâfirler ve müşrikler, Rabbinizden üzerinize bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah ise, dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir.
 
Burada dikkat edilirse, Kitap ehli olanlar, Babaları uyarılmamış, Ümmi bir toplum içerisinden, Ümmi Bir peygamberin çıkışını nefislerindeki kıskançlık yüzünden hazmedemediler. Onlar istiyorlardı ki, peygamber kendi içlerinden çıksın. Bilindiği gibi Mekke müşrikleri, Bir adı da puta tapıcılar. Allah’a inandıkları Halde Allah’tan gönderilmiş bir peygamber, kitap, ve öte dünya kavramlarını, kabul etmiyorlardı. Bu sebeple kitap ehlinin, o topluma karşı akıl almaz bir düşmanlığı vardı. Bu sebeple Onların İçerisinden peygamber çıkıp kendilerine yol göstermesini kabullenememişlerdi. Allah da onlara şöyle bir serzenişte bulunmuştu.
 
2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti nesh etmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.
 
Kitap ehli bilindiği gibi Allah’tan peygamberler silsilesi ile gelen vahiy orijinli dini bozmuşlar ve Allah’ın ayetlerini ya gizlemek ya da bir menfaat karşılığı satmaları neticesinde, Ortada Tevrat ve İncil’de kendi elleriyle yazmalarından dolayı Allah’ın bahsettiği din tahrip edilmiş olarak dolaşıyordu. İşte bozulmuş olan dinin, yeni bir peygamberle düzeltilmesi gerekiyordu. 
 
Asırlardır İslam toplumlarında sanki Son peygamberden önce gelen dinleri ve peygamberleri yanlış tanımlayarak, onların Kuran’da anlatılan yerlerini oynatarak Yahudilerin hazreti Musa peygamberi Hristiyanların da hazreti İsa peygamberi ilahlaştırdıkları gibi Hazreti Muhammedi de Müslümanlar ilahlaştırmışlardır.
 
9/30- Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler; Hıristiyanlar da: “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?
 
9/31- Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.
 
Şirki Kuran tarif ederken, sevgi ve ihtiramı, Allah’ın yaratmış oldukları varlıklara Allah’ın denginde veya Allah’ın üzerinde sevgi göstermeye denmiştir. Onlar kendi peygamberlerini böyle İlah derecesine getirirlerken, Kuran’ın tanımladığı peygamberi Müslüman olanlar da aynı konuma düşürmüşlerdir.
 
”Seni yaratmasaydım seni yaratmasaydım, iki cihanı yaratmazdım “
 
kutsi hadis uydurmasıyla Allah’ın söylemediği bir sözü Allah’a iftira atarak saptırılmışlardır. Kuran Kendisine tabi olan Müslümanlara peygamberler arasında ayırım yapmamaya çağırmaktadır.
 
2/136- Deyin ki: “Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim olmuşlarız.”
 
İman ettik diyen toplumlar içerisinde ya peygamberlerini ilah konumuna getirmişler, ya da âlimlerini şeyhlerini mezheplerini ya da kendi nefislerini ilah edinerek doğru yoldan sapmışlardır. Asırlardır. Tevrat ve İncil bozulmuş ve yerine Kuran gelmiş inancı sürüp gitmektedir. Doğru, Ellerindeki dolaşan  İncil ve Tevrat orijinalliğini kaybetmiş ona aynen katılıyorum. Ama şu anda ben müslümanım diyen İslam toplumlarının hali ne? Onların anladığı ve yaşadığı dinin Orijinalliği tap taze olan Kuran’la mukayese ettiğimiz zaman ne kadarı Kuran’la uyuşmaktadır.?
 
Bilindiği gibi, Kuran Gelmeden önce Hazreti Musa peygambere Tevrat, Hazreti İsa peygambere de İncil gönderilmişti. Bunların tabi olanlarına kuran Kitap ehli diye tanımlıyor. Orijinalliği bozulmamış Bütün kitapların kaynağı Allah’tır. Hepsi birbiriyle uyum halindedir. Kuran’da bozulmuş olan Tevrat ve incilin aslı anlatılmaktadır. 
 
Bu Gün Kuran’la alakası olmayan toplumlarda herkesin kendisine göre tanımladığı ve yaşadığı İslam dolaşırken, onları Kuran’la tarttığımız zaman Tevrat ve incilin bozulduğu yozlaştığı gibi de bu günkü İslam da yozlaşmış bozulmuştur. Kur’an, Allah’ın insanlar için gönderdiği, dünya hayatında, yaşamı ve hayatının projesi ise Doğru anlaşıldığında beyinleri kirlenmemiş, kalpleri de marazlanmamış olanların dinledikleri zaman hepsinin top yekün kabulleneceği bir kitaptır.
 
İşte Yahudi ve Hristiyanlık dininin orijinal olan vahiy dinine, Uyuşmayan yerlerini, Allah rötüşleyip, insanlara yeni bir resul göndererek, dinlerini tazelemiştir. Tevrat ve incilin özüne ters düşmeyen, Kültür ve medeniyette biraz daha ilerlemiş, bir dünya toplumuna, müjdeci uyarıcı korkutucu olarak gelen Son resul ve onunla beraber indirilen Kuran’dır.
 
Hristiyan ve Yahudi olan toplumların rahatsızlığı, Kendi dinlerinin ve mescitlerinin karşısında yeni bir din ve mescidin oluşudur. Kuran’ın nesh ettiği ayet bazı müfessirlerin söylediği gibi, Son Peygambere gelen Ayetler içerisindeki ayetler değil Tevrat ve incilin Allah’tan geldiği gibi ayakta tutamayan veya orjinalliği bozulmuş olan İncil ve Tevrattır. Veya ehli kitabın anladığı dindir.
 
2/108- Yoksa daha önce Musa’nın sorguya çekildiği gibi, siz de Resulünüzü sorguya mı çekmek istiyorsunuz? Kim imanı inkâr ile değişirse, artık o, dümdüz yoldan sapmış olur. Dikkat edildiği zaman kuran sorguya çekmeyi küfürle eş anlamda kullanmıştır.
 
2/109- Kitap Ehlinden çoğu, kendilerine gerçek (hak) apaçık belli olduktan sonra, nefislerini (kuşatan) kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi inkâra döndürmek arzusunu duydular. Fakat Allah’ın emri gelinceye kadar onları bırakın ve (onlara ne sözle, ne de eylemle) ilişmeyin. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.
 
2/110- Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah Katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir.
 
Görüldüğü gibi Kuran kitap ehlinin bozulmuş halini ve kitaptan uzaklaştırmış olan yaşam biçimlerini dinlerini bize tanıttıktan sonra, Şimdide Kuran’a iman edenlerin din ve yaşam biçimlerini bize nasıl tanımlıyor ona bir bakalım.
 
İlerde de izah edileceği gibi Kuran’da geçen salat namaz kavramları, yer yer mescit kıble yaşam tarzı görev din ve yüz kelimeleri ile desteklenmiş ve birbirlerinin yerlerine kullanılmıştır.
 
2/111- Dediler ki: “Yahudi veya Hristiyan olmayan hiç kimse kesin olarak cennete giremez.” Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: “Eğer doğru sözlüyseniz, kesin-kanıtınızı (burhan) getirin.”
Bu ayet ehli kitap diye bahsedilen Yahudi ve Hristiyanların, Kendilerine gönderilen Tevrat ve incilin savunucularıdır. Bilindiği gibi kavimler ve toplumlar ardı arkası kesilmeyen peygamber ve kitaplarla uyarılmışlardır. Kuran gelmezden önce Tevrat ve incilin hükümlerini ayakta tutamayan kitap ehli ile Babaları uyarılmamış, Kuran’ın ümmi diye tanımladığı Allah’a inandığı halde, Peygamberlere kitaplara ve ahi ret âlemine inanmamaktadırlar. 
 
Kendilerine ilah olarak kabullendikleri putları, Allah ile kendi aralarında aracı olarak kabul etmektedirler. Ümmi Kelimesi bir anlamda Mekke müşrik toplumlarının özel bir adı da olmaktadır. Orijinalliği kaybolmuş Tevrat ve incilin inananları ile Kuran’ın ümmi diye vasıflandırdığı Mekke müşrikleri, Kuran’ın temel olarak muhatap aldığı toplumlardır. İşte Kuran bu toplumlar karşısında kendisine muhatap olarak tabi olan müminleri nasıl yönlendirmek istemiş onu izlemeye çalışalım.
 
ÜMMİ: Bu Güne kadar gelen klasik bilgilere göre, okuma yazma bilmez anlamında kullanılmıştır. Kuran’da ilk olarak indiği kabul edilen Alâk suresindeki! 
 
96/1” Yaratan rabbinin adıyla oku” 
 
Ayetiyle ilgili bir de hikâye uydurarak, Peygamberin okuma yazma bilmez olduğu inancına kanıt getirmiş oluyorlar. Şöyle ki: Cebrail gelir peygamberi kuvvetle sıkar oku der, o da ben okuma yazma bilmem diye karşılık verir. Tekrar kuvvetle sıkar oku der yine ben okuma yazma bilmem der. Tekrar kuvvetle sıkıp da oku dediği zaman başlar okumaya, Diye anlatırlar. Tapusu belgesi elde yoktur.
 
Ayette, ”Oku rabbinin adıyla oku”ifadesi, her sistem ve rejimlerde olduğu gibi, bağlılığını kimin adına yapacaksa, o sisteme bağlılığını ilan ederek yapması gerekir. İşte kim Müslüman ise Allah’tan başka ilah kabul etmediğini, ibadet ve kulluğu ona yapacağını kabullenerek hayatını onun koyduğu kurallar içerisinde düzenleyeceğini ilan etmesi demektir. 
 
Yani O Herhangi bir konuda hüküm vermişse o hükme uygun olarak düşünüp yaşaması gerekir. Okumak demek sadece eğitim anlamında okumak değil. Allah’a gönülden bağlı olarak onun koyduğu kuralları hayatına uygulamak demektir. Nitekim kıyamet suresinde,
 
75/16- Onu (Kuran’ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.
 
75/17- Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.
 
75/18- Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.
 
75/19- Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait (bir iş)tir. 
 
İşte Kuran’la bir hayat yolculuğunun peygamber önderliğinde nerede nasıl davranacağının kumandalanarak. Tatbikatını yaptırmaktır.
 
Kuran Kendi bütünlüğü içerisinde hiçbir kelimeyi hiçbir kelimenin yerine kullanmadığı gibi, kullanılmış olan bir kelimenin ne anlama geldiğini başka ayetler içerisinde kullanarak tanımlamıştır. Bu söylediklerimizi yeri gelmişken hem Kuran’ın anlaşılması metodu bakımından, hem de Ümmi kelimesinin ne anlama geldiğinin anlaşılması açısından Kuran’da ayetler içerisinde o kelimeyi arayarak anlamaya çalışalım.
 
62/2- O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler.
 
7/157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.
 
3/75- Kitap Ehlinden öylesi vardır ki, bir kantar emanet bıraksan onu sana geri verir; öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, sen, onun tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Bu onların “ümmiler (zayıf ve bilgisizler veya Ehl-i Kitap olmayanlar) konusunda üzerinizde bir yol (sorumluluk) yoktur” demiş olmalarındandır. Oysa kendileri (gerçeği) bildikleri halde Allah’a karşı yalan söylemektedirler.
 
29/48- Bundan önce sen hiç kitap okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle olsaydı, batılda olanlar kuşkuya kapılırlardı.
 
Kuran içinde ümmi kelimesi geçen birkaç tane ayeti naklettik. Bir kişi Hiç kuran üzerinde bilgi sahibi olmasa bile, sadece edebi anlatım sanatını kavramış olanlar ümmi geçen ayetlerden okuma yazma bilmeyen anlamında bir anlam çıkaramaz. Ümmi Kelimesinin genel olarak kuranın bütünlüğü içerisinde düşündüğümüz zaman Kendilerine Allah’tan peygamberler gelip uyarı geldiği halde kabul etmeyen toplumların adı ümmi olarak geçmektedir. 
 
Öyleyse ayetlerden şu anlam çıkarmak mümkündür Ümmi Kelimesi okuma yazma bilmeyen anlamında değil, ümmi kelimesi hiçbir kitaba tabi olmayan anlamında kullanılmıştır. Bilindiği gibi Mekke kültür olarak o günlerde büyük bir edebi sanatta hâkimiyetleri vardı. Kâbe duvarlarına şiirler asarlar, putlara bağlılıklarını şiirlerle dile getirirlerdi. 
 
İşte Onlar içerisinde ellerini göğe kaldırıp da nasıl bir yol izleyeceğini bilemeyen Abdullah oğlu Muhammet. Gece gündüz düşünüp ne kitap ehli olanların, ne de Mekke müşriklerinin doğru bir yolda olmadığını kesin olarak biliyordu. Bir hanif olarak yüzünü göklere çevirip düşünüyordu.
 
2/144- Biz, senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip-durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescidi-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz, kendilerine kitap verilenler, tartışmasız bunun Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu elbette bilirler. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir”. 
 
İşte burada bahsedilen yön kıble katışıksız olan İbrahim dini hanif dinidir. Bütün insanların dönüp dolaşacakları din yön bu din bu yöndür. Hani derler ya, tilkinin dönüp dolaşacağı yer, kürkçü dükkanı. İşte kendisini halis dine doğru yönlendirenler dönüp dolaşacağı ve nereye giderse hangi yönde, hangi yaşamda olursa olsun illaki orasıdır.
 
2/149- Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden olan bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
 
2/150- Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Siz de) Her nerede olursanız yüzünüzü onun yönüne çevirin. Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında insanların, size karşı bir delilleri olmasın. Onlardan korkmayın, Benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hidayete erersiniz.
 
Bu Günde öyle değil mi? Kuran bize mesaj verirken geçmiş kavimlerde  geçen olayları olayları bir hikaye anlatıp bizi eğlendirmek güldürmek için masal anlatmıyor. İnsanlardaki temel olan özellikleri, düşünen ve yaşayanlar ne gibi yanlışlıklar yapmışlar? Ve yapılan bu yanlışlık sonucunda başlarına ne gibi felaketler gelmiş? İnsan tiplemelerinden söz ederken, Firavunlar, nemrutlar ebu lehep ve ebu cehiller anlatılırken onların ne gibi özelliklerinden bahsetmiştir?
 
Acaba bu gibi insan tipleri günümüzde de var mı.? varsa onlarla nasıl diyalog kurulacak? Bu soruların cevabını arayıp bulabilirsek günümüz toplumlarına yaşayan Kuran’ın cevabını sunabiliriz.Yoksa Kuran’ın duvarlara sarıp sarmalayarak asılması, Veya manasından habersiz ezberlenip okunarak günümüz dünyasına kuran ne gibi bir mesaj verebilir? 
 
İşte Musa Peygamberin Bulunmuş olduğu toplumlarda savunmasız zaafa uğratılmış insanları firavunun zulmünden nasıl kurtarırım düşüncesini günümüzdeki firavunlara karşı o mazlum ve mustazafları nasıl koruyabiliriz? Onların ihtiyaçlarını nasıl giderebiliriz? aç olanları nasıl doyurabiliriz? endişesi çekmeden ben müslümanım demenin hiçbir anlam ve önemi yoktur. 
 
O şeytanın aldatmacasından başka bir anlam taşımaz. Bu Gün Dünya İslamı yanlış tanımlıyor. Müslüman olanları teröristlikle suçluyor. Belki de bu günkü İslami yanlış anlayan Müslümanların Müslümanlıkları onları negatif yönde etkiliyor. ama Müslümanın ana kitabı kurandır. Onun davranış ve yaşam biçimlerini Kuran şekillendirir. Kuran hiçbir zaman insanların öldürülmesini Hakka dayalı olma dışında  izin vermiyor.
 
 
6/151- De ki: “Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de, onların da rızklarını Biz vermekteyiz- Çirkin-kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (Emir) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz.”
 
Kuran insanları aşırılıklardan uzaklaştırarak ortak bir kelimeye davet etmektedir.
 
3/64- De ki: “Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.” Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız.”
 
Bu ayette anlatılmak istenen Ehli Kitap ve Müslüman olanların her ikisi de kendi dinlerinden taviz vererek. Orta yerde buluşması anlamında değil. Ehli kitap olanların bozmuş oldukları, Allah’tan gelen vahiy orijinli dinin, tekrar orijin aline dönmesi istenmektedir. Tövbe haşa Allah, Sanki bazı şeylerde yanılıp da, geri adım atma anlamında anlamak çok yanlış olur. 
 
Tevrat ve incilin Allah’tan geldiği gibi, orijinalliği ortada olmadığını, onların tahrip edilerek saptırıldığını vurgulayarak. Orta bir yol orta bir ümmet etrafında toplayan tap taze Kuran orijinli dinin gündeme gelmesi anlamında söylenmektedir.
 
 “Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.” 
 
İşte çağrılan ortak kelime bu. Tevrat indiği zaman da anlatılan bu idi. Gerçek olan İncil de insanları böyle bir yola davet etmektedir.
 
5/ 116- Allah: “Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah’ı bırakarak iki İlah edinin, diye sen mi söyledin?” dediğinde: “Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sende olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen.”
 
 
Buradaki ilah edinme sevgi ve ihtiramın Allah’ın yarattığı İsa ve İsa’nın Annesi Meryem’e aşırı bir şekle dönüşmesidir. Yoksa o da sevilecek ama Allah’ın dengine onun sevgisi çıkarılmayacak. Bu Gün insanlara yeniden bir peygamber ve yeni bir kitap gelse. Aynı ifadeyi Müslüman olanların peygamberi için söyler. Der ki Ey Muhammet: Sen mi onlara söyledin Allah’ı bırakarak beni ilah edinin diye “ Evet peygamberler onların içlerinde bulundukları sürece onları Allah’ı bırakarak beni ilah edinin demedim” derdi.
 
5/ 117- “Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen her şeyin üzerine şahit olansın.”
 
Demek ki burada kıssalarda anlatılmak istenenin özü Kuran’a gelinmesini emretmektedir. Dikkat edildiği zaman, Kuran insanları bir tek varlığa ibadet ve kulluğa davet ediyor. O da Allahtır. İnsanlar kulluk ve ibadeti Allah’tan başka varlıklara yaptıkları için çözülme ve bozulma başlıyor. Bir taraftan insanlar Allah’ı kabul ettiklerini söylerken Bir taraftan da Allah’a eş koşma şirk koşma olayı gündeme gelmektedir. İşte Kuran insanların ince bir çizgide sağa ve sola sapmadan doğru bir yönde iman edenleri varılmak istenen hedefe sağ salim ulaştırmaktadır.
 
2/114-Allah’ın mescitlerinde O’nun isminin anılmasını engelleyen ve bunların yıkılmasına çaba harcayandan daha zalim kim olabilir? Onların (durumu) içlerine korkarak girmekten başkası değildir. Onlar için dünyada bir aşağılanma, ahi rette büyük bir azap vardır.
 
Daha önce de bahsettiğim gibi yeryüzü Allah’ın mescididir. Allah’ın Yolunda Olanların bir yaşam tarzı dini ve mescidi varsa, Şeytanın yolunda olanların da bir yaşam biçimleri dini mescidi vardır. Bunların dinleri tamamen birbirlerinden farklıdır.
 
73/ 9- (Allah,) Doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka İlah yoktur. Şu halde (yalnızca) O’nu vekil tut.
 
73/ 10- Onların demelerine karşı sen sabret ve onlardan güzel bir ayrılma tarzıyla (düşünce ve eylem bakımından köklü bir tutum) ile kopup-ayrıl.
 
Kâinatın yaratıcısı sahibi Allahtır. Eninde sonunda teslimiyet onadır. Allah’ın dışında tapmış oldukları ilahlar kaybolup gidecektir. Onların şefaatleri hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte Allah’ın tanımladığı ve göndermiş olduğu, din, kitap ve peygamberlerle belirlenen yaşam tarzı budur. Allah katında hüsnü kabul görülecek olan din de odur.
 
Allah’ın Tanımladığı dini ve yaşam tarzını engelleyen ve onun yıkılmasına karşı çaba harcayanlar ancak tağutlar yolunda savaşanlardır. Allah’ın mescitlerini tamir eden ve onun ayakta kalması için mücadele verenler de Müslüman olanlardır.
 
2/115- Doğu da Allah’ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir.
 
Namaz sadece yönü kıbleye dönerek dua etmek değil, Asıl Namaz, Allah’ın vermiş olduğu emirleri hayata uygulamaktır. Yoksa hayat namazı ile kılınan namazın uyuşmadığı hayat, Allah katında hiçbir değeri ve önemi yoktur.
 
2/177- Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır.
 
İşte Bu Ayet Bir Müslümanın Allah tarafından gönderilmiş olan bir dinin hem iman edilmesi hem de onu pratik olarak hayata dönüştürerek. Kılması gereken yapması gereken yaşaması gereken hayat namazının ta kendisidir. İşte Kuran insanların yüzünü döneceği kıble mescit, budur.
 
2/142- Birtakım beyinsiz insanlar: “Onları daha önceki kıblelerinden çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da Allah’ındır, batı da. O dilediğini doğru yola yöneltir.” 
 
Bu Ayette hitap, ehli kitap ve o pozisyonda olanlaradır. Daha önce kendi kitaplarında gelecek olan ümmi peygamberin haberi olduğu halde, o ümmi peygamber geldiği zaman hemen secdeye kapananlara, nefislerinin kıskançlığından dolayı kabul etmeyenler arasındaki bir diyalogdur. Kıble kelimesini ayette dikkat edildiği zaman hem namaz hem de din misyon olarak kullanmıştır.
 
Toparlayacak olursak, Yahudi ve Hıristiyanlardan İslami kabul etmeyenlerin İslamı kabul edenlere yöneltmiş oldukları bir sorudur. Neden dininizi değiştirdiniz? Allah da O inkâr edenlere cevap veriyor. Allah’tan gönderilmiş olan Tevrat ve incili Allah’tan gönderildiği gibi korumayıp bozmalarından dolayı yeni bozulmamış taze bir dinle yenilediğini bildiriyor.
 
2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti feshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.
 
2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahit (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahit olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka’be’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.
 
Bu din bu kıble bu namaz, bu yaşam biçimi öyle bir rejim ki, dikenli, çileli ve meşakkatli engebeli bir yoldur. İnsan bu yolun adamı olabilmesi için öyle bir cömert olması lazım ki gerektiği zaman malını gerektiği zaman da canını gözünü kırpmadan verecek kadar cömert olması gerekmektedir. İnsanların, Kuran’ın da ifade ettiği gibi, yan çizip durdukları ölümü önce öldürüp, daha sonra hayata başlatıyor. Ölümü oradan kaldırdıktan sonra bir başka deyişle Ölümü öldürdükten sonra Kendisine ait olan dünya hayatında kazanmış olduğu malları feda etmesi kolaylaşıyor. Kolaylaştırmayanlara hemen ilahi ihtar geliyor.
 
9/24- De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resulü’nden ve O’nun yolunda cihat etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, Faslıklar topluluğuna hidayet vermez.
 
Kuran insanları tek bir bayrak altında toplarken, Bir misyonu bir yaşam biçimini kendilerinden önce gelmiş olan bir elçinin örneğini vererek, İbrahim dinine hanif dinine fıtrat dinine davet etmektedir.
 
30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Mescidi haram bilindiği gibi, Haramlardan uzaklaştırılmış olan mescittir. Bu Anlamda Kabe Hem tarif edilen, Hazreti İbrahim dininin sembolize edildiği dört duvar anlamında kullanılmış hem de yer yaşam biçimi hayat tarzı olan hazreti İbrahim ve onun getirdiği misyon ve yaşam biçimi olarak da algılanmıştır. Böyle bir din Bozulmuş kâfir olan Mekke müşrikleri tarafından put haneye dönüştürülerek, eski asaletini kaybetmiş bir konumdan tekrar eski asaletine dönüştürülmesi gerekiyordu. 

İşte Allah da, hem örneklik teşkil eden insanlara önder ve imam kılacağım dediği İbrahim dinine yönelmeyi hem de Kabeyi eski asaletine kavuşturarak putlardan temizlemeyi hedeflemiştir.

2/124- Hani Rabbi, İbrahim’i birtakım kelimelerle denemişti. O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim’e): “Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım” dedi. (İbrahim) “Ya soyumdan olanlar?” deyince (Allah:) “Zalimler Benim ahdime erişemez” dedi. 

Kuran burada Hazreti İbrahim peygamberin denendiğini ve kelimenin tam anlamıyla imtihanı kazanarak insanlara örnek bir dinin modelini sunup tanıtmıştır.

2/125- Hani Evi (Kabe’yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. “İbrahim’in makamını namaz yeri edinin”, İbrahim ve İsmail’e de, “Evimi, tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rükû ve secde edenler için temizleyin” diye ahit verdik.

Kuran nasıl kendi anlatım üslubuyla, sanatsal bir anlatım tarzı kullanarak, Bayrağını Allah’tan yana kullananların, Allah’ın veliliği altında Hazreti İbrahim ve hazreti İsmail’in kutsal bir vazife için görevlendirildiğini söylüyor.

2/126- Hani İbrahim: “Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah’a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır” demişti de (Allah: “Sadece inananları değil) inkâr edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o” demişti.

Dua: Kişilerin Allah’a Olan isteklerinin gönülden katışıksız bir şekilde fiiliyatla buluşturarak, ihlas ve samimiyetle yapacakları işin yaşamlarıyla buluşturulmasıdır. Bu Dua anlayışı tabi ki iman eden ve Salih amel işleyen Müslümanlar içindir. Müslüman olmayanların da kedilerine göre duası vardır. Onların duası da kendi istedikleri yönde gayret göstermeleridir.

2/127- İbrahim, İsmail’le birlikte Evin (Ka’be’nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): “Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin”; 

Namaz bilindiği gibi günün belirlenmiş vakitlerinde eğilip kalkılan değil asıl namaz Allah’ın emirlerinin yaşama dönüştürülmesi elini taşın altına koyarak bir takım yükleri omuzlanmak sırtlanmak demektir.

Kâbe de sadece Dört duvarla çevrilmiş kuru bir bina değil, Yaşanan bir dinin bir misyonun, bir hayat tarzının sembolüdür. Ey kendisini müslümanım diye tanımlayan insanlar, Soruyorum size? Hak ile batılın,doğru ile yanlışın, Tevhit ile şirkin, ayırt edilemediği günümüzde, Nasıl kâbenin etrafında dönmekle kendimizin hacı olduğunu sanıyoruz? 

Kâbe şu anda Putlarla işgal edilmiştir. Onları temizlemeden yapılan hac kabul edilmez. Nasıl onu Hazreti İbrahim takva temeli ile kurarak yeşertmiş ve orada Allah’ın sözünü hâkim kılarak haramlardan uzaklaştırmış ise. Son peygambere gelinceye kadar orayı tekrar putlar işgal ederek tevhit dini bozulmuş ve tekrar asaletine kavuşturmuştu. 

İbrahim dini yeşererek meyvesini vermişti. Ama günümüzde tekrar işgal edilmiş ve tekrar bir operasyon yapılarak eski asaletine kavuşturulması gerekiyor.

Allah’ın dini hayata pratize edilemeyen, iman edenlerin vicdanlarında korkudan kelepçelenmiş olarak beklemektedir. Kâbe inançlardaki gizlenen ve kelepçelenen tevhidin çözülmesini, bencil tutkulardan vaz geçilerek, ortak bir kelime olan Kuran’ın etrafında toplanılarak tek bir vücut olarak, Allah’ın yardımıyla bir kurtarma operasyonu beklemektedir. 

Safları netleştirerek kendi aralarındaki kin ve nefret tohumlarını ortadan kaldırarak, Halis bir din olan İbrahim dinini yakalayıp, Allah’ın dışındaki oluşmuş olan ilahlardan kendimizi kurtararak sadece Allah’ın ilah lığını ön plana çekmeye çalışalım.

2/128- “Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tövbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tövbeleri kabul eden ve esirgeyensin.”

Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail’in duaları, İnsan fıtratında gizlenmiş olan, bir sesin tekrar cesaretle bütün korkularını atarak, cesaretle varlığını hissettirmesi gereken bir sestir. Ayette görüldüğü gibi,

” Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver” 

Bu ifade sadece tevhit bayrağının takvaya yönelenlerde, değil Fısk yolunda yürüyenler bile işittiklerinde yüreklerinde fırtınalar estirir, ve depremler oluşturur.

Ne yazık ki o İbrahim hanif fıtrat dini ortadan kaybolmuş, Niyetleri iyi olduğu halde, Şeyhleri liderleri âlimleri kendilerine rab kabul etmeye başlamışlardır.

9/ 31- Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.

Kuran İnsanları, ortak bir kelimeye ortak bir hedefe yöneltiyor. Kendisinden önce gelmiş geçmiş kavimlerin yapmış oldukların yanlış davranışları anlatırken, Onların başlarına gelenleri bize Anlatmıştır. 

Eğer Allah’ın göndermiş olduğu dinler, Kuran ve Kuran’dan önce insanları doğru bir şekilde doğru bir yöne kanal ize ediyorsa, Peygamberlik hayatının nokta konulmasıyla beraber, bozulmayan ve bozulmayacak olan Kuran tazeliğini ve diriliğini koruyarak bulunmuş olduğu çağa hitap edecektir. Yani Kuran İki insan arasında bir mesele olsun da ona el atmasın. Mutlaka kuranda arayıp bulabilene, çözüm yolu mevcuttur.


Bir taraftan Kuran, Bu kitapta hiçbir noksanlık bırakmadık derken, Bir taraftan da insan yaşamındaki olmuş ve olabilecek, her davranışın örneğini vererek insanların problemlerinin çözümünde cevap anahtarı teşkil etmiştir.

Tövbe suresi otuz birinci ayette,” Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini raplar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de” Rab edinmek sadece önünde eğilip secde etmek değil, Bulunmuş Olduğu konmadan kaldırarak aşırı sevgi ve ihtiram ederek Allah’a olan saygı ve ihtiramın zedelenmesidir.

Ona olan sevgi ye karşı başka sevgileri onun sevgisine denk veya üzerinde bir seviyeye çıkarmaktır. Allah’a olan sevgiyi Allah’ın dengimde veya Allah’ın üzerinde hiçbir yaratığa gösterilmesi hakka uygun değildir övülme ihtiram saygı sadece ve sadece Allah’a mahsustur. İşte Kuran Ehli Kitabın düştüğü bu yanlışlığı şöyle dile getirmektedir.

5/ 116- Allah: “Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah’ı bırakarak iki İlah edinin, diye sen mi söyledin?” dediğinde: “Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sende olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen.”

5 /117- “Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen her şeyin üzerine şahit olansın.”

Düşünün,Farz edelim ki, Kuran’dan sonra bir peygamber ve kitap daha gelmiş olsa, Bu Günkü Müslümanım diyenlerin konumunu nasıl değerlendirirdi.? Hiçbir peygamber, Allah’ı bırakıp da beni ilah edinin demez onun yolunda yürüyen âlimler de demez. Fakat onlara tabi olanlar onu ilah konumuna getirmektedirler. Toplumlardaki yanlış gidiş onların yanlış bir din anlayışı nedeni ile gündeme gelmektedir.

Yolun Kaynağı genel olarak İslam toplumlarında, iki olarak bilirler Birisi Allah’ın kitabı olan Kuran, diğeri ise Peygamberin sünnetleri yani hadisleri anlayışıdır. Eğer hadisler veya sünnet peygamberin Kuranını hayata uygulama anlamında anlaşılıp kabul ediliyorsa ne ala, ama sünneti Kuran’ın dışında Kuran’ın yeterli gelmeyip, onu da ekleyip İslam anlayışını tamamlama olarak anlıyorlarsa bu peygamberi ilah konumuna getirmek anlamındadır. Hristiyan olanların İsa peygamberi ilah konumuna getirmeleri gibi Müslümanlar da Hazreti Muhammet  peygamberi ilahlaştırmış oluyorlar.

69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.

Görüldüğü gibi peygamberlerde Allah’a bağlı Alimler de Allah’a bağlıdırlar. yegane söz sahibi ve otorite sahibi Allahtır. Peygamberleri ve Alimleri Allah’ın tanımlamış olduğu yerden kaldırarak onu ilah konumuna getirmeyi Allah asla sevmez. İşte Hristiyanlar ve Yahudi olanlar bu yanlışlığı yaptıklarından dolayı eleştirmektedir.

Müslüman olanlar peygamberleri öyle sevgide aşırı konuma taşımışlar ki on parmağından su akıtan kuru çeşmeyi sulandıran, burakla göklerde seyahat eden. Dağdan deve doğurtan denizleri yarıp askerlerini kurtaran attığı zaman asasını yılan ejderha olan konumla tanımlamışlardır. Bu tanımlamalar onların zan ve tahminleridir. Allah vahiy veya kitapların dışında peygamberlere böyle bir mucizeler vermemiştir.

Yine mescit kavramını işlemeye devam edelim.

2/129- “Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, Kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin.”

2/130- Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim’in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, Biz onu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de o Salihlerdendir.

Bir nakkaş dantel ipliği ile sanatını icra ediyorsa, veya bir ressam Allah’ın verdiği kabiliyetle eşyaların resmini kâğıt üzerine yansıta biliyorsa, Allah da sanatını kâinat üzerine nakşetmiştir. Bir İnsanın yapısını incelediğimiz zaman ağza alınan bir yiyecek sanki bir fabrikanın içerisine atılan ham madde gibi vücut içerisinde bir takım işlemler sonucunda vücuda uygun olan kısımları alınarak diğerleri potsa olarak dışarı atılmaktadır. 

Bütün Dünyadaki insanlar toplansınlar bir insan yapsınlar bakalım yapabilirler mi.? Bir sivri sinek yapsınlar. Bir domates yapsınlar. Asla yapamazlar. İşte insan gibi mükemmel yaratık Kendisini yaratan karşısında eğilmesi, şapka çıkarması gerekirken ona karşı isyan ve başkaldırmasını sürdürmektedirler.
Hazreti İbrahim dini, Allah’a teslimiyetin doruk noktasına ulaştığı, Canı da dâhil hiçbir sevgiyi Allah sevgisinin önüne geçirilmediği bir dindir.

37/102- Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): “Oğlum” dedi. “Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun.” (Oğlu İsmail) Dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın.”

Bir Müslüman olarak, Allah’a teslim olmak, Allah’a tevekkülün zirveye ulaştığı Önce canı dâhil bütün sevdiklerini gerektiği zaman Allah uğruna feda edebilen erkek adamlardır. O yaratılırken ahdinde duracağına dair Allah’a söz vermişti. Ve bu sözünü ahdini zerre kadar tereddüt etmeden gerçekleştirmiş ve Allah katında imtihanı kazanmıştı.

Soruyorum size Hazreti İbrahim gibi, baba ile oğlunun sevgide doruk noktaya ulaştığı bir zamanda Allah emrettiği için kurban edilmeye ve Allah emrettiği zaman en sevdiğini kurban etmeye kim tahammül edebilir. “ Oğlum” dedi. “Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun” O da hiç tereddüt etmeden,” Dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın.

İmtihana tabi tutulan insanoğlu, Allah’tan başka ilahları yok ederek, İbadet ve kulluğun sembolleştiği teslimiyet işte budur. Dünyadaki malına makamına ticaretine zarar gelecek diye Bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyetiyle nasıl Müslüman olunabilir?

37/ 103- Sonunda ikisi de (Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail’i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı.

37/104- Biz ona: “Ey İbrahim” diye seslendik.

37/ 105- “Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.”

37/ 106- Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı.

37/ 107- Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik.

Kuran burada İbrahim dinini anlatırken, Olayları sanatsal bir üsluplan anlatarak, gerektiği zaman oğlunu Allah uğruna Allah emrettiği için feda etme kariyerinin oluşmasıdır. Yoksa bir insan boğazlanıp kesilmez. Adam da öldürülmez. Çünkü Günahsız bir adamı öldürmek bütün insanları öldürmek kadar günahtır.

Şu dünya hayatında Müslüman olmak demek illaki rezil rüsva olmak demek değildir. Allah için her şeyini gerekirse en çok sevdiği canını bile vermeye hazır olmak demektir. İşte burada anlatılmak istenen Allah emrettiği için Hazreti İsmail kurban edilmeye’, Hazreti İbrahim’inde Allah emrettiği için kurban etmeye hazır olmasıdır.

2/243- Binlerce kişinin ölüm korkusuyla yurtlarından çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara: “Ölün” dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı fazl sahibidir. Ancak, insanların çoğunluğu şükretmez.

Mekke müşrikleri içerisinde, Peygamber ve peygamberi izleyenler, Müslüman kimliklerini ortaya koydukları zaman, Müşrikler kendi iktidarlarının ortadan kalkacağı korkusuyla, Müslümanım diyenleri ortadan kaldırmak istediklerinde, Onlarda ihlas ve samimiyetle ölümü göze alarak, İllaki Allah’a kulluk illaki Kulluk demişlerdi. 

Allah da Hazreti İbrahim ve İsmail’i ödüllendirdiği gibi Müslüman olanları Mekke’den Medine’ye hicret ettirip, Hayrı teşvik eden şerri ortadan kaldıran bir devlet nasip etmişti. Ölmeye razı olarak çıkan topluluğu dirilterek onlara böyle bir iktidar nasip etmişti.

Biz Bir kul olarak gelecekteki Olayların nasıl neticeleneceğini bilemeyiz. Bu sebeple, Allah’a teslim olup, Bizi nasıl yönlendirirse veya bize nasıl bir hayatı münasip görürse, Bizim görevimiz ona teslim olmak olmalıdır da!

3/ 7- Sana Kitap’ı indiren O’dur. Ondan, Kitap’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

Ayette belirtildiği gibi Müslüman olmayanlar veya kalbini Bozanlar, Ayetlerin olmadık yorumlarını yapmak maksadıyla, Ayetlerin müteşabih olanlarına uyarlar. Burada müteşabih kelimesi, Ayetlerdeki iki şekilde anlaşılabilme olasılığının arkasına sığınarak yanlışa gitmenin adımını atan zihniyete pay çıkarma anlamında kullanılmıştır. 

Yani Allah kâinatı yaratırken her şeyi zıddıyla beraber yaratarak, Mükemmel insanın önüne olayları sergilemiş ve insanları imtihana tabi tutmuştur. Aklını takvasını fıs kını vererek iyiye ya da kötüye gitme özgürlüğü vererek sonucuna katlanmak koşulu ile istediği yola gitme özgürlüğü vermiştir.

İşte Takva yolunu seçerek ilimde derinleşenler, Biz Allah’a teslim olduk derler Allah’ın göndermiş olduğu emir doğrultusunda hareket ederler. Gerisini Allah’a bırakırlar. Sonuç onlar için önemli değil onlar için önemli olan oradaki yapmak la zorunlu olduğu davranıştır. Gerisini olayın akışına bırakırlar.

Kitap kelimesini kuran değişik anlamlarda kullanmıştır. Kâinata, insana, insanın amellerine, Peygamberlere göndermiş olunanlara da kitap kelimesi olarak kullanmıştır.

39/23- Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir Kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların O’ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah’ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur.

Zıtlarıyla beraber yaratılan kâinat kitabından birisi de insandır. Her insan mutlaka hisseder. Bir olay karşısında biri birlerine zıt iki ses gelir.Gelen sesler,ya takvadan yada fısktan gelmektedir. İşte Muttaki olanlar kendilerine gelen sesleri Kuran terazisinde tartarak, Doğru olan yolu bulurlar.

Şimdi mescit kelimesini özetleyecek olursak,

9/17- Şirk koşanların, kendi inkarlarına bizzat kendileri şahidler iken, Allah’ın mescidlerini onarmalarına (hak ve yetkileri) yoktur. İşte bunlar, yaptıkları boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar ateşte süresiz kalacak olanlardır.

Burada Şirk içinde olan birisi Allah’ın mescidi ile ilgili bir onarma, imam gönderme, oradaki davranış biçimlerini şekillendirme Hakkına sahip değillerdir. Hem inanmıyor hem de ora hakkında hüküm veriyor. Bu asla olamaz Allah’ın Mescitlerini ancak iman eden ve Salih amel işleyenler orada söz sahibidirler.

9/18- Allah’ın mescidlerini, yalnızca Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah’tan başkasından korkmayanlar onarabilir. İşte, hidayete erenlerden oldukları umulanlar bunlardır.

İslam Toplumu başlı başına bir millettir. Onların Hayat tarzlarını Allah’ın yeryüzünde vekil tayin ettiği insanlar veya peygamberler düzenlerler. Eğer şimdiye kadar yazmış olduğum, şekilde Allah’a iman edenler başkalarının din ve yaşam biçimlerine müdahale etmiyorlarsa ve bunu kendilerine ilke edinmişlerse, Kendilerinin yaşam biçimlerine de dışarıdan müdahale edilmelerini istemezler.

Bu Anlayış hem yaşamlara hem de duvarlarla sembolize edilmiş mescitlerde geçerlidir. Adam Hem Allah’a iman etmiyor hem de senin namazı nasıl kılacağına dair fetvalar veriyor. İşte Halis din İbrahim dini hanif dini insanlar arasında birlik ve beraberliği temsil eder. Onların yaşam biçimlerinin bütünleştiği dinde aynen olduğu gibi mescitlere intikal eder.

9/107- Zarar vermek, inkârı (pekiştirmek), mü’minlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah’a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve: “Biz iyilikten başka bir şey istemedik” diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir.

9/108- Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiçbir zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever.

Mescit konusunda son iki ayet iman eden ve Salih amel işlerinin davranış biçimlerini yeteri kadar şekillendirmektedir yorumunu size bırakıyorum.
MESCİD VAHY DOĞRULTUSUNDA İNŞA EDİLİŞ HAYAT TARZIDIR.

Doğruların Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN
MERSİN -ANAMUR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir